Tüm zamanların en klişe karşılaştırmaları olmuştur otomobilin karşısına motosiklet çıkarmak. Bizim de kendi aramızda bu klişe karşılaştırmalardan oluşan bir serimiz var ve bu gördüğünüz bu serinin ikinci bölümü. Evet, Altın Elbiseli Adam Barkın Bayoğlu ve bendenizden bahsediyorum. Geçtiğimiz aylarda iki sezondur yarıştığım Volkicar aracımın karşısına Barkın’ı Volkan Işık Arena’da kiralanan Polini Minimotard ile çıkarmıştım. Barkın’ın motosikleti küçüktü, güçsüzdü ama tam o pistin motosikletiydi. Ancak ne yazık ki 115 bg’lik Volkicar’a dayanamadı ve ikinci raundda karşılaşmak üzere sözleşerek ayrılmıştık.
Sonrasında, geçtiğimiz günlerde Barkın aradı ve Intercity İstanbul Park için hızlı bir şey bulmamı söyledi. Karşıma ne ile çıkacağını sorduğumda üzeri kapalı olarak ‘200 bg’lik bir İtalyan’ cevabını aldım. Aslında cevap yeterince açıktı: Ducati ya da MV Agusta!
Bunun üzerinde benim bulmam gereken İtalyan bir süperspor olmalıydı. İstanbul Park’ın düzlükleri benim dezavantajım olacaktı, bu nedenle bulabildiğim kadar hızlı bir makine hedeflemeliydim. Hemen aklıma arkadaşım Onur geldi. Onur, 458 Italia’sı ile pist günlerine katılıyor ve iyi dereceler çıkartıyordu. Hem otomobilinin hakkını veriyordu hem de Italia’sı piste aşinaydı. Tıpkı benim gibi. Hemen telefona sarıldım. Onur’dan evet cevabını almamla Barkın’a hazırım mesajını vermem bir oldu. Pisti de ayarlayıp buluşma günümüzü kararlaştırdık.
Sabah erken kalktığımda odama süzülen güneş ışıkları güzel bir gün olacağının sinyallerini veriyordu. Sıkı bir kahvaltının ardından kaskımı, tulumumu ve eldivenimi alarak pistin yolunu tuttum. Filmin tüm kahramanları saat 9’u göstermeden pistte toplanmıştık. Ben, Barkın, 458 ve Panigale! Açıkçası Panigale’yi görür görmez yanındaki yazıya odaklanmaya çalıştım. Ducati’nin fontları uzaktan çok iyi seçilmediği için tereddütle motosiklete yaklaştım. Korktuğum başıma gelmişti, karşımda Ducati’nin en hızlı spor motosikletinin en hızlı versiyonu duruyordu. Kısacası şimdiye kadar üretilmiş en hızlı yol motosikletlerinden biriyle dalaşacaktım. 1299 S, 1285 cc hacminde, arka maşası direkt motora bağlantılı modern çağın süper kahramanı olarak adlandırılılan bir makineydi. 10.500 devirde tam 205 bg üretiyordu ve kuru ağırlığı tam 166.5 kg idi. Tüm sıvıları dolu şekilde maksimum 190 kg civarı gelirdi ki bunun anlamı 1 kg’ye 1.07 bg düşmesiydi.
Benim altımdaki Ferrari 458 Italia ise 1380 kg ağırlığında ve tam 570 bg gücünde. Yani 1 kilo başına 0.41 bg. Ducati’nin yarısından az. Tabi ki sürücü faktörü girince değerler birbirine daha yaklaşıyor, ama kağıt üzerinde ne olursa olsun geçebilmem pek kolay olmayacak gibiydi. İşim bu sefer çok zordu. Zaten Barkın da bıyık altından pis pis sırıtıyordu. Bir de en baştan başlamıştı psikolojik çökertmeye. Neymiş, şimdiye kadar böyle giden böyle tutunan bir motosiklete binmemişmiş. Tabi bizim füme Ferrari’yi görünce biraz sendeledi ama…
Neyse, sırasıyla piste çıktık ve birkaç ısınma turu attık. Onur 2.14 sn civarında dönüyordu. Ben otomobile yabancı olduğumdan ve risk almak istemediğimden birkaç deneme turu sonrası çıtayı 2.20’lere koydum. Yine pist günlerinden gördüğüm kadarıyla iyi donanımlı 1000 cc’lik bir motosiklet de 2.20 civarlarında dönebiliyordu. Barkın’dan beklediğim de yine çok risk almayacağını düşünerek 2.25 seviyesinde bir dereceydi. Ama dişlerini biraz uzatırsa beni çatır çatır yiyebilirdi.
Böyle bir stratejiyle tur zamanı için tekrar piste çıktım. Süpersporla dönmek diğer otomobillerle tur atmaya benzemiyordu. Hız nosyonu inanılmaz değişiyordu. 130 km/s ile risk alarak dönülen yer şimdi 150-160 ile çok ferah dönülüyordu. Otomobilin limitlerine daha çok vardı ama benim mental limitlerim çoktan kesiciye girmişti bile. Bu şekilde birkaç kez döndüm. Her geçen tur 458 ile flört seviyemiz artıyordu, birbirimizi hissetmeye başlamıştık. Ama lastik, fren vs faktörü olduğundan soğuma turuna geçtim ve ardından pit alanına girdim. Zamanlar geldi, en iyi tur zamanım 2.19.2 idi. Hedefi tutturmuştum, işlem tamamdı. Artık tek beklediğim Barkın’ın zamanıydı.
Altın Elbiseli Adam ve Panigale inanılmaz görünüyorlardı. Ama daha inanılmaz birşey vardı; ses! Panigale hiç alışık olmadığımız sesler çıkarıyordu. O da tüm sürüş destek sistemleri kapalı start-finiş düzlüğü sonunda gözden kayboldu. Panigale’nin homurtuları ta pit alanına kadar yankılanıyordu. iki dakika sonra önümüzden inanılmaz bir hızda geçti. Düzlüklerde korkutucu derecede hızlı görünüyordu. Tahminimce virajlarda ben daha hızlıydım, arka düzlük sonuna doğru 250 km/s’lere çıkabiliyordum, ama eminim oralarda Panigale’nin kadranı 300 km/s’lere yaklaşıyordu. Birkaç tur sonunda Barkın da pite girdi ve stresli bekleyiş başladı. Kısa bir bekleyişti bu, pist görevlisi elinde kağıtla odasından çıkıp kağıdı Barkın’a uzattı. Daha kaskını çıkarmadığı için yüz ifadesini göremiyordum. Tereddütle yaklaştım ve ben daha zamanları göremeden Barkın bana sarıldı ve kaskının altından duyulan boğuk ses bana ‘tebrikler’ diyordu. Derin bir oh çekerek daha sıkı sarıldım. Barkın 2.22.1 yapabilmişti.
Yine otomobil kazanmıştı. Tabi 570 bg gücünü 9000 d/dak’da üretebilen 458’e otomobil denilirse. Artık üçüncü round için telefonum çalar mı, ya da ne zaman çalar bilemem, ama hayatımda unutamayacağım bir gün daha yaşamak isterim.
Yazı: Burak Ertem
0 comments