Kağıt üzerinde bakıldığında buradaki karşılaştırma o kadar da adil hissettirmiyor değil mi? Bir yanda altı silindirli motoru, arkadan itişli mimarisi ve eşit ağırlık dağılımı ile spor otomobil geleneklerinin en iyilerinden bazılarına sahip olan BMW; diğer yanda ise özü itibarıyla sportif değerlerin yakınından dahi geçmeyen Honda. Evet, Japon otomobilinin kaputunun altına altı silindir sığmıyor ve ağırlığın büyüğü ön aksın üzerinde bulunuyor. Anlayacağınız, Honda mühendislerinin Civic’i gerçek bir sporcuya dönüştürmek için hakkıyla çabalamış olması gerekiyor.
Fakat bazı zamanlarda tanrı vergisi yetenekleri sıkı bir çalışma ve inanç ile yenmek mümkün olabilir. İyi çalışan sporcuların doğal yetenekleri geride bırakması gibi… Ne yani, Honda mühendislerinin işin hakkını verdiklerinden ve günün sonunda BMW’den daha etkili bir sürüş karakteri yarattığından mı söz ediyoruz? Buna inanmak güç, ama konuşacağız…
BMW her koşulda etkileyici bir spor otomobil. Sürüş pozisyonu oldukça alçak, direksiyon konsoldan bir hayli uzak, 3.0 litrelik turbo beslemeli altı silindirli motor ise yumuşak ve pürüzsüz. Üstelik bu motorun sahip olduğu 340 bg güç sayesinde M140i’nin yalnızca bu sınıfta değil, daha üst sınıflarda dahi etkili olabilecek bir potansiyeli var. Manuel şanzıman seçeneğine karşın, test aracımız sekiz ileri otomatik şanzımanla yürüyor. Vites büyütürken veya küçültürken ufak kararsızlıklara alıştığınız sürece, BMW’nin performansını sonuna kadar kullanmak ve keyifli bir sürüş yapmak mümkün. Yolda ve pistte, arkadan itişli ve dengeli mimariden dolayı beklentileriniz büyük yükseliyor fakat otomobili zorlamaya başladığınızda kafalar karışıyor. Örneğin direksiyon sistemi ön aks ile aranıza mesafe koyduğundan, tempolu sürüşlerde ön tekerleklerin ne yaptığından emin olarak değil, tahminlere dayalı ve içgüdüsel bir yönlendirmeyle ilerliyorsunuz. Ayrıca şasi hiçbir zaman yolla gerçek anlamda bütünleşmiyor ve soğuk hissettiriyor. En yumuşak sürüş programını açtığınızda dahi, süspansiyonlar bozuk zeminlerle baş etmekte biraz güçlük yaşıyor ve otomobil hafifçe tedirgin oluyor. Ciddi bir problem yok ama ciddi bir problem olabilirmiş gibi… Bu tedirginlik az evvel bahsettiğimiz soğuklukla bir araya geldiğinde ise, M140i ile kelimenin tam anlamıyla bütünleşmek zorlaşıyor.
BMW’de sınırlı kaydırmalı diferansiyel olmayışı bir başka eksiklik. Özellikle de ıslak zeminli pist sürüşlerinde… Gaz pedalına bastığınızda ne olacağını hiçbir zaman bilemiyorsunuz. Çizgide hızla ilerlemek mi, aniden gelen bir arkadan kopma mı, yoksa tehlikeli bir spin mi? Bu düşünceler arasında gidip gelmek, bir spor otomobilin etkileşim becerisini zayıflatıyor. Uzun lafın kısası, özünde birçok şeyin doğru olmasına karşın, M140i ile hızlanmaya başladığınızda aradığınızı bulamıyorsunuz.
Type R için az evvel sarf ettiğimiz bütün ifadelerin aksini kullanmak mümkün. Duruşuyla vaatler veren otomobilin direksiyonuna geçtiğinizde, hızla ve keyifle sürüş yapmak için kafanızı herhangi bir şeye takmanız gerekmiyor. Bu durum iyi bir spor otomobille daha iyi bir spor otomobili ayıran önemli bir detaydır zira Honda’yı ne kadar zorlarsanız, otomobil o kadar iyi çözülüyor ve tutarlı biçimde yol alıyor. Şaşıracaksınız ama sportif kullanımlar için buradaki rakibinden daha elverişli hissettiren Type R, grubun daha doğal hissettiren performans savaşçısı oluyor.
Dışarıdaki tasarımsal karmaşaya ve iç mekandaki kusurlara takılmamak elde değil ancak otomobilin sürüş pozisyonu eskisinden çok daha iyi. Hem koltukların konumu daha aşağıda, hem de koltukların destek yapısı sürüş için daha elverişli. Motor biraz gecikmeli çalışsa da, tork bandına giriş yaptığınız andan itibaren muazzam bir itme gücüyle karşılaşıyor ve bütün bu süreci manuel vites değişimleriyle idare ediyorsunuz.
Can sıkıcı olsa da Honda bu otomobili istediğiniz biçimde konfigüre etmenize izin vermiyor. Peki ne istiyorsunuz? Hemen söyleyelim: En keskin gaz tepkilerini en yumuşak amortisör ayarıyla bir arada istiyorsunuz. Gündelik kullanımlarda Sport veya +R moduna hiç gerek yok çünkü Comfort modunda en iyi sürüş kalitesini elde ediyorsunuz. Yeterince akıcı ve kontrollü davranmaktan geri kalmayan Honda, en yumuşak süspansiyon ayarında ilerlerken Continental lastiklerini zeminle muazzam biçimde bir araya getirerek iyi bir tutunma yaratıyor.
Piste çıktığınızda Type R şov yapmaya başlıyor. Öyle ki, pist sürüşümüzde sadece Honda’dan çok daha güçlü olan iki otomobil onu geride bırakabildi. Pist sürüşünde keyifli ve heyecan verici olmayı başaran Type R’ın şasisinde keyifli bir ayarlanabilirlik, ön aksında ise olayları güzellikle idare bir diferansiyel yer alıyor.
Otomobilin boyutlarını hissettirmeye başladığı dar bölümlerde, özellikle de ikinci viteste geçilen sert virajlarda, ön aks biraz gevşemeye başlıyor ve apekste apekse akmak için az da olsa sabır göstermeniz gerekiyor.
Bütün bunlar güncel gövde Honda Civic Type R’ı gelmiş geçmiş en iyi Type R kılmaktan alıkoymuyor. Aracın abartılı dış tasarımını ve bazı kusurları olan kabinini bir kenara bırakırsak, geriye rahatlıkla görmezden gelinebilecek şeyler kalıyor. Fakat en şaşırtıcı olan detay, dört silindirli ve önden çekişli bir ateşli hacthback’in, altı silindirli ve arkadan itişli M140i’den daha keyifli bir sürüş karakteri sunabiliyor olması. Zafer Type R’ın, zafer çalışmaya kıymet veren mühendislerin…
0 comments